25 Kasım 2007

ELİZABETH:THE GOLDEN AGE VE İSTİNYE PARK

İstinye Park’a gittim dün. Girer girmez sıkıldım. Bu alış-veriş merkezleri büyüdükçe büyüyor. İstinye Park başlı başına bir semt gibi. Hemen bir kitapçıya dalıp, gözüme çarpan bir şey olursa alıp çıkmaya karar verdim. Krokiden kitapçıların yerlerine bakarken sinemaya çok yakın bir yerde bulunduğumun farkına vardım. O yöne doğru gittim ve sinemanın önüne geldiğimde filmlere göz attım. Pek methetmişlerdi bu sinemayı. 5 dakika sonra Elizabet:The Golden Age adlı film başlıyordu. Aldım biletimi ve girdim. Artık sinemaya gittiğinde nerde gittiğinden de öte, salonların kendilerini de iyi bilmek gerekiyor. Örneğin genellikle orta sıralardan aldığınız bir bilet size güzel bir izleme imkanı sunarken, başka bir salonda aşağıda veya yukarıda kalabilir, filmin çekiciliğini yitirebilirsiniz. Bu noktada İstinye Park sinemasına eleştirilerimi yapayım ve neden bir daha mecbur kalmazsam gitmeyeceğimi söyleyim. Çok net aslında. Girişte 15 milyon verdim. Herhalde içeride mükemmel bir ses sistemi ve görüntü sistemi var ki bu parayı alıyolar diye düşündüm. Ama öyle değildi. Ses çok kötüydü. Ayrıca ekran kare idi. Çok rahatsız edici, filmi kare olarak izliyorsunuz, belki bazıları buna aldırış etmeyebilir ama ben çok rahatsız oldum. Benim gibi orta sıralardan yer alan yaklaşık 15 kişide film başlar başlamaz arka koltuklara hücum ettik. Şunu da belirtmeden geçemiycem 1 şişe su 1.5 YTL. Bunları yazıyorum cimri veya paragöz biri değilim ama hiçbir özellik sunmayan bu salona, sadece adı popüler diye bu kadar parayı vermem. İstinye Park sinema, mecbur kalmadıkça bitmiştir benim için. 3 boyut salonuna ise gideceğim kesin.
Filme gelince Cate Blantchett oyunculuğunun zirvesinde. Anlatacak pek fazla bir şey yok, kraliçenin güçsüzlüğünü de gücünü de çok güzel yansıtmış. Clive Owen’ı ise Closer’dan beri severek takip ediyorum. Film ayırt etmeden çok fazla filmde rol alıyor. Bu filmde de oldukça başarılı buldum. Filmin genelinde ise savaş sahnelerinin yetersiz kaldığını düşünüyorum. İşin içine bazı sahnelerde bilgisayar teknolojisini soktukları, özellikle renklerde çok belli oluyordu. Kafama takılan bir sahne de kraliçe elizabeth’in savaş başlarken meydanda yaptığı konuşma. Kamera yerden çekiyor. Atın üstündeki kraliçe ve sırayla dizilmiş askerler. Askerlerin arasında bir boşluk vardı ve arkasının boş olduğu gözüküyordu. Binlerce askerin olduğu bir yer imajı verilirken, o aradan sadece 3 sıra askerin olduğu gözüküyordu. Bilemiyorum beklide ben çok hassas izledim. Bunlara rağmen özellikle tarih sevenlerin kaçırmaması gereken başarılı bir dönem filmi Elizabeth. Dönemin tarihsel yapısını diyaloglarla ortaya güzel koymuşlar. Ama sonuç itibari ile bu bir savaş değil aşk filmi.

REBEL MOVES


Ankara da iken ODTÜ çim amfide MFÖ konserine gitmeye karar verip, konseri incelerken ilk olarak duymuşdum isimlerini. MFÖ’ nün alt grubu idiler. İsimleri bir garipti, arkadaşlarım şimdi ismini hatırlayamadığım şarkılarının Avrupa listelerinde olduğunu söylüyorlardı. Bunu duyanlarda “aaaaa onlar Türklermiymiş? “ gibi bir tepki veriyorlardı. Konsere gidemedim, nedenini hatırlamıyorum. 3 sene önce Bebek’te, Bebek Festivali yapılmaya başladı. Bebeklilere özel. Fazla reklamsız, Bebek parkında yapılan güzel bir festival. Bebekliyiz, gitmemek olmaz. Ayrıca isimlerden biri ilgimi çekiyor. İlhan Erşahin ve grubu. Gittiğimizde sahnedeler. Güzel bir topluluk var, güzel bir konser. Bir kaç şarkıdan sonra indiler sahneden ve biraz aradan sonra Rebel Moves sahneye çıktı. Aslına bakarsınız nedense biraz önyargılıyım gruba. Grubun adını ilk duyduğumdan o ana kadar geçen süre içerisinde birkaç televizyon programında kendileriyle karşılaşmış ve haz etmemiş olmam sanırım sebebi. Ama son derece iyi bir sahne ve güzel bir konser izlettiler bize. Bazı şarkılarının sözlerinin hiçbir anlamı yok, tamamen uydurma. Orada öğrenmişdim bunu, “sigur ros gibi” diye düşünmüşdüm. Ama o kadar, böyle bir konser ile unutulmuş bir gruptu benim için geçen haftaya kadar. İşim dolayısıyla Doesn’t Metter adlı şarkılarının klibi geçti elime. Çok sevdim şarkıyı, daha önce duymuşdum ama duyduğumla kalmışım. 3 gündür nerdeyse başka bir şey dinlemiyorum. Ve bu şarkının burada bana bu kadar yazı yazdırmasına şaşırıyorum.

HIRSIZ TRAFİK

Cuma akşamı iş yerinden 18:30’a doğru çıktım. Saat 20:30’da evdeydim. Sinirden karnıma ağrılar girdi. Bu trafik her İstanbulluyu delirttiği gibi beni de delirtti. Trafik kilit, bunu size nasıl anlatabilirim ki, geliş hareketsiz duruyor, gidiş duruyor, ana yola bağlanan bütün yollar aynı durumda, herkes arabasının içinde kornaya basıyor, ambulans sireni duyuluyor, insanlar çok sinirli, birbirlerine küfredenler, bağıranlar, duruma fazlasıyla alışmış durumda olanlar, arabanın içinde makyaj yapan bayanlar, yüksek sesle müzik dinleyen gençler, bir adet doğan marka arabanın içindeki beş erkeğin sigara içerek birbirleriyle şakalaşmaları, toplu taşıma araçlarında insanların üst üste olmaları, ortada ne yapacağını bilemeden duran trafik polisi… Şu anlattığım gürültü şuan bile kafamın içinde. Bu şehir hayatımdan çalıyor.

13 Kasım 2007

ÇIPLAK MUSTAFA ve MADAM OPALA

2. Abdülhamid zamanında İstanbul'da Çıplak Mustafa ve Madam Opala isminde iki deli varmış. Bunlar şehirde de oldukça meşhurmuşlar. Mustafa, Fatih tarafında ( namının Beykozlu Çıplak Mustafa olarak geçdiği yerler var), Madam Opala'da Beyoğlu'nda otururmuş. Çıplak Mustafa lakabından da anlaşılacağı gibi yaz kış anadan doğma dolaşırmış, Madam Opala ise tam tersi. Kat kat elbiseler, ceketler, fistanlar giyer, kafasına kat kat şapkalar takarmış. Bu iki deliyi dahada ilginç hale getiren yaptıkları kavgalarmış. Ne zaman bir araya gelseler saç saça, baş başa kavga ederlermiş. Pek tabii Madam Opala bu kavgalardan zararlı çıkarmış. Padişah 2. Abdülhamid bu iki delinin köprülerden geçmesini yasak etmiş. Çünkü genellikle köprü üzerinde karşılaşıp kavgaya tutuşurlarmış. Hatta padişah, Çıplak Mustafa'yı evde tutması, dışarıya salmaması için ablasına maaş bile bağlamış.

06 Kasım 2007

www.kardesinisec.com

Bundan bir ay kadar önce hafta sonu evde oturmuş televizyonu zaplarken trt 2 de takılmışdım. Program http://www.kardesinisec.com/ dan bahsediyordu. Site aracılığı ile kardeşini seçen bir reklamcı, kardeşini görmeye gidiyordu. Hemen siteye girdim ve bir göz attım. Çok kolay bir sistemle oluşturulmuş ,birçok gönüllü ile yürütülen bir yardım sitesi. Amacı ailesinin ekonomik gücü fazla olmayan ilk öğretim çağındaki öğrencileri, öğretmenleri, gönüllüler v.s. vasıtasıyla siteye girişlerini yapıp, onların eğitim masraflarını ellerinden geldiğince karşılayacak olan gönüllülerle eşleştirmek. Bir aracı yani.Siteye göz attıktan sonra bende kendime bir kardeş seçmeye karar verdim. Fakat uzunca da düşündüm. Düşünmemin nedeni buna zaman ayırabilecek miydim? Aslında bu sorunun anlamı, "bu sorumluluğu almak istiyor muyum?" idi. Bu kadar gereksiz konu ve olaya zaman ayırırken, sadece kırtasiye'ye gidip alışveriş yapmak, onu kargoya vermek ve tabii ki içine bir mektup yazıp koymaya vakit bulamıycağımı söylemek....
Aydın Ortaklar'da bir kardeşim var artık. Adı Ferhat. 7 yaşında. Geçen hafta ona biraz kırtasiye alışverişi yaparak, yazdığım mektupla beraber gönderdim. Dün Ferhat'ın babası aradı. Onunla konuşdum, çok heyecanlıydı, teşekkürlerini bildirdi. Bende en az onun kadar heyecanlandım. Ferhat'ı telefona isteyemedim bile. Bana mektup yazmasını istedim, yazmasının, anlatım gücünün gelişebilmesi için yararından bahsettim babasına. O da zaten Ferhat'ın çok iyi bir öğrenci olduğunu söyledi. Açıkcası bu cümleden sonra biraz daha heyecanlandım. Göndereceğim her mektupta ona çeşitli hediyeler göndermeye devam ediceğim. Site formatına göre para göndermek yasak. Kuşadasına yada İzmir'e gittiğimde de mutlaka ziyaretine de gidiceğim.
Bunları yazma amacım yaptıklarımı sizlere bildirmek değil,ufakta olsa bazı mutlulukları yakalamanın çokda kolay ve yakınınızda olduğunu anımsatmak için. Sitede yazdığı gibi otoparklara verdiğimiz, yada bahşiş olarak bıraktığımız paraları düşündüm. Bu minicik yürek için ayda sadece 10 - 20 ytl arası para ayırmak yeticek.
Son olarak, eğer kardeş seçmeye karar verirseniz, kardeşinizi seçmeden önce öğretmeni ile irtibata geçmenizi tavsiye ederim. Hayatın her yerinde olduğu gibi, şerefsizlerin buralarada girdiği, bazı yeşil sermayeler için sahte girişler gösterip bağışlar aldıklarını duydum. Dikkatli olun ve onu seçtikten sonra isminin siteden silindiğini de unutmayın.

03 Kasım 2007

metroda yalnız...


Bu akşam her zamanki Metro yolculuklarımdan birini yapmak için taksim 4. levent metrosundan aşağıya indim. Metro hazırdı, peron bomboşdu, inatla son vagona kadar yürüdüm. İçeride kimsenin olmadığının farkına oturunca vardım. MP3 Player’ım , kulağıma The Clash gönderiyodu. Should ı stay or go now. Kapı kapandı, içeride yalnızdım. Kulaklığımı çıkardım, şarkıyı bağırarak söylemeye başladım. Avazım çıktığı kadar bağırdım, bir ara ayağa kalktım dans ettim. Vagonlar Levent durağına girdiğinde yerime oturdum, kulaklığımı taktım. Iron and Wine, such great heights. İçeri girenler yüzümdeki gülümsemeyi görüp anlamsız baktılar. Onlar biraz önce olanları görmediler, duymadılar, yanlızlığın zevkini bilemediler...

Koşu Kanunu

Afrika'da her sabah bir ceylan uyanır. O ceylan, en hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa ölecektir. Afrika'da ...